Ülke olarak maalesef ki elimizi nereye koysak, hangi soruna el atsak elimizde kalıyor.
Hükümetin idaresinde olan ne varsa batmış durumda.
Sağlıktan tutunda, tarıma, hayvancılığa, işçi haklarına, emekli haklarına, öğretmen, öğrenci, mühendis haklarına, daha doğrusu aklınıza gelebilecek her konuda çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu yaşıyoruz.
Sade vatandaşı ezmeyen, onun tepesine binmeyen, ona söz hakkı tanımayan hiçbir kurum ve kuruluş yok.
Hele hele hasbelkader bir makam mevki sahibi olan dünyayı ben yarattım havasına giriyor.
Şu anda öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; hiçbir vatandaşın, herhangi bir sorununa çare olabilecek hiçbir kurum ve kuruluş yok.
İster adli sorunlar olsun, ister normal hayattaki rutin sorunlar olsun her çare arayışı karşısında kapı duvar oluyor.
Düşünebiliyor musunuz..!
Son yirmi yılda güzelim ülkemiz ne hale geldi?
Seksen beş milyon nüfusumuzun sadece 5 – 10 bin, hadi az söyledim 15 milyon insanımız lüks ve şatafat içerisinde yaşarken geride kalan 65 – 70 milyon insanımız sefalet içerisinde yaşıyor.
Abarttığımı düşünebilirsiniz, ama maalesef gerçek bu.
Zira karın tokluğuna hayat sürmek yaşamak değildir.
Bakınız çevrenize, son on – on beş yılda palazlananlara…
Mutlaka ve mutlaka bir kıyıdan, bir köşeden iktidarın Kuyruğuna tutulmuştur.
...Ve bu akarı bırakmamak için iktidarın her yaptığı iyi veya kötü işe sormadan, sorgulamadan destek vermektedirler.
Hele hele iktidar mensupları artık bu akarın tadına o kadar çok vardılar ki;
Bütün dünyalıklarını yapmış olmalarına rağmen Gelecek akarlarında eksilme olmaması için ne yazık ki; Göz diktikleri tek şey vatandaşın hakları.
Vatandaşa verilecek en küçük bir pay gözlerinde devasa büyüyor. Para olmadığını söylüyorlar.
Ama her ne hikmetse Cumhurbaşkanından, bakanlarına, bakan yardımcılarına ve bütün bürokratlarına kadar asla şatafattan geri kalmıyorlar.
Bununla da sınırlı değil…
Yaptıkları bütün masraflar yine bizim cebimizden karşılanmasına rağmen bir vekilin maaşı 110 bin TL.
Ayrıca birde emekli vekilsen Turnayı gözünden vuruyorsun.
Maaş oluyor 230 milyon.
Ama bunların hepsine sorun.
Emekliye yapılan 2500 TL’lik çerez parası, çok yüksek bir meblağ..
Araç konvoylarının ardı arkası kesilmiyor, Yurtdışı gezilerde 5 – 10 uçakla gitmek büyük bir itibar.
Oysaki bütün Avrupa ülkelerinin gördükleri bu manzara karşısında bi tarafları ile güldükleri muhakkak…
Ne oldu..!
Hani bizim ülkemizi kıskanıyorlardı…
Hani bizim ülkemiz çağ atlamıştı.
Ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Sadece bizim, akıl tutulması yaşayan vatandaşlarımızı kandırabilmenin en güzel örneğini sergiliyorlar.
İnanın vatandaşların çektiği bu sıkıntılar karşısında hepsinin katıla katıla güldüklerinin bu millette elbette farkında.
Ne yazık ki, kurunun yanında yaşın da yandığı gibi akıl tutulması yaşayanların yanında maalesef bu yanlış işlerin karşısında haykıran insanlarda yanıyor.
Elbette bunlarda bu akıl tutulan insanlar da yanlışların farkına varacaklar.
Ama çoktan iş işten geçmiş olacak..
Hani hep söylenir ya..!
Ülke uçurumdan aşağıya gidiyor, kafa üstü çakılacak.
Artık bu da son buldu.
Zira, şu anda ülkemiz kafa üstü bataklığı saplanmış durumda.
Sadece kurtulmayı bekleyen vatandaşların debelenmesiyle nefes alabiliyorlar.
Son çaba önümüzdeki yapılacak olan ilk seçime kadar.
Şayet bu seçimde hile-hurda ile, Alavere-dalavere ile yeniden bu iktidar ile devam edecek olursak inanın ki Türkiye diye bir ülke kalmayacak. Belki piyon bir devlet olarak yaşamaya devam edecek.
Dedik ya..! Çürümüşlük, Kokuşmuşluk Had Safhada…
Tarım ülkesi Türkiye, şu anda bütün gıdasını dış ülkelerden alıyor.
Bakınız aldığınız bütün bakliyatlara Menşei Türk olanı çok zor görebilirsiniz.
Hayvan İthali yine dışarıdan…
Maden yatağı ülkemizde neredeyse bütün enerjiyi dışarıdan alıyoruz.
Sanayi Sektörü her gün Konkordako ilan ederek batışlarını açıklayan şirketler ile dolu.
Eğitim, başla başına bir fecaat.
…Ve heba olan bir gençlik…
Eğitim, apayrı bir konu tek başına irdelenecek ve tartışılacak bir konu.
İşçi – Emekçi sorunu bambaşka bir çürümüşlüğün içerisinde.
Tabibi bütün bunların yanında en acı olanı ülkemizin kaçak göçmenler ülkesi haline getirilmesi ve bununla gurur duyulmasıdır.
Ya Sağlık Sektörü…
Önü alınamaz bir çürümüşlükte asıl burada..!
Vatandaşlar tamamen ölüme terk edilmiş durumda.
Vatandaş doktora gidiyor, doktor tahlil istiyor.
Hele ki yaptırabilesin ve sonucunu görebilesin.
En yakın tarih 6 ay sonraya.
Bu arada vatandaşın şansı varsa yaşıyor.
Yoksa Allah Rahmet Eylesin.
Tabii birde kendini doktora gösterebilme sorunu var.
Sıra bulup ta doktora derdini anlatabilirsen..
Şansınız yaver gitti ve Randevu bulabildiniz.
O da sadece 3 – 5 dakika içerisinde.
Çünkü Doktorun bir hasta için daha fazla ayırabileceği bir zamanı yok.
Sağlık Sektöründe, sağlığına ayıracak paran yoksa Devlet hastanelerinde doktorların elindesin.
Burada da Her şey onların keyfince idare ediliyor.
Burada da çürümüşlük ve kokuşmuşluk karşınıza çıkıyor.
Artık tüm toplum olarak insanlıktan çıkmışız.
Kimsenin kimseyi düşündüğü yok.
Doktoru’da, Başhekimi de, sekreteri de kendi derdinde.
Alın Size taptaze bir örnek.
Hem de hemen dibimizde.
Körfez Devlet Hastanesi’nde…
İşini Gücünü bırakmışsın.
Ya da işyerinden izin almışsın.
Rahatsızlığınız var.
Ve doktordan randevu alıyorsunuz.
Veya hasbelkader başardınız ve tahlilde yaptırdığınız, tahlil sonucunu göstereceksiniz.
İşinizden geç kalmamak için sabahtan hastanenin yolunu tuttunuz.
Ve doktoru beklemeye başladınız.,
Bir yandan saatinize bakıyorsunuz, işe daha fazla geç kalmamak için, bir yandan da doktorun gelmesi için dua ediyorsunuz.
Ama doktor gelmiyor.
Gidiyorsunuz sekreterine söylüyorsunuz.
“Gelecek” diyor, “Bekleyin” diyor.
Devam ediyorsunuz ve sekretere; Saat 9’u geçti, işyerimden izin alarak geldim. Biran önce “doktorun gelmesini bekliyorum” diyorsun.
Sekreterin verdiği cevap.
Bizim Doktorun randevuları 9:30’dan önce başlar.
“Neden?” diye soruyorsunuz
“Yatan hastalarını kontrol ediyor” diye bir cevapla karşılaşıyorsunuz.
Soruyorsunuz;
Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS)’nde neden saat 9:00’a randevu veriliyor.
Cevap hazır. Senin Adın ne?
Sanırım doktora geldiği zaman şikâyette bulunacak.
Çözüme kavuşturamıyorsun.
Bir de Hastanenin Sağlık Kurulu’na danışayım diyorsun.
Sağlık kuruluna soruyorsunuz.
Doktorların mesaisine başlama saatinin 9:00 olup olmadığını soruyorsunuz.
Öyle sanıyorum ki Hastanenin Başhekimi de kendi derdine düşmüş.
Bütün bu lakaytsızlıktan belki de bi’haber.
Doktor hanım yatan hastasının kontrolünü daha erken bir saatte yapamıyor.
Veya başka bir işini mesai saati haricinde halledemiyor.
Sadece ve sadece vatandaşın hakkını gasptan başka bir şey değil.
Tabii bu durum yalnız bu doktorumuzla sınırlı değil.
Vatandaş sesi çıkmadığı için veya hakkını arayamadığı için birçok doktor sabah mesaisine maalesef bu kadar rötarlarla başlayabiliyor.
Denetim ve otokontrol olmadığı sürece durum bundan öteye geçmez.
Sadece Körfez ile de sınırlı değil…
Sopalı hastanesi de öyle, başka hastanelerde.
Hatta ve hatta bütün illerimizdeki Devlet hastanelerinde de yüzde 80 durum bundan ibaret.
Elbette, bütün Doktorları da zan altında bırakamayız. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Gerçek şu ki; hepimiz toplum olarak insanlığımızdan çıkmışız.
Hak aramak mı? Asla…
En kötü insan bir anda sen olursun.
Sonunda Maalesef toplumumuzda bu da yerleşmiş durumda.
“Bana dokunmayan bin yaşasın.”
Üzgünüm ama; bizim toplumumuz Avrupa’dan değil 50 yıl, yüzyıl geride yaşıyor.
Bizim toplumumuz daha insan olabilmenin bilincine bile erişememiş.
Kendi haklarını savunabilecek noktaya bile gelememiş.
Acaba Avrupa Devletlerinin herhangi birinde hiçbir makam mevki sahibi vazifesini vaktinde, dakikasında yapmamak gibi bir lükse sahip olabilir mi?..
Hiçbir umudun tükenmemesi dileğiyle SAĞLIKLA KALIN…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
SELİM UYSAL
ÇÜRÜMÜŞLÜK HER YANIMIZI SARDI…
Ülke olarak maalesef ki elimizi nereye koysak, hangi soruna el atsak elimizde kalıyor.
Hükümetin idaresinde olan ne varsa batmış durumda.
Sağlıktan tutunda, tarıma, hayvancılığa, işçi haklarına, emekli haklarına, öğretmen, öğrenci, mühendis haklarına, daha doğrusu aklınıza gelebilecek her konuda çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu yaşıyoruz.
Sade vatandaşı ezmeyen, onun tepesine binmeyen, ona söz hakkı tanımayan hiçbir kurum ve kuruluş yok.
Hele hele hasbelkader bir makam mevki sahibi olan dünyayı ben yarattım havasına giriyor.
Şu anda öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; hiçbir vatandaşın, herhangi bir sorununa çare olabilecek hiçbir kurum ve kuruluş yok.
İster adli sorunlar olsun, ister normal hayattaki rutin sorunlar olsun her çare arayışı karşısında kapı duvar oluyor.
Düşünebiliyor musunuz..!
Son yirmi yılda güzelim ülkemiz ne hale geldi?
Seksen beş milyon nüfusumuzun sadece 5 – 10 bin, hadi az söyledim 15 milyon insanımız lüks ve şatafat içerisinde yaşarken geride kalan 65 – 70 milyon insanımız sefalet içerisinde yaşıyor.
Abarttığımı düşünebilirsiniz, ama maalesef gerçek bu.
Zira karın tokluğuna hayat sürmek yaşamak değildir.
Bakınız çevrenize, son on – on beş yılda palazlananlara…
Mutlaka ve mutlaka bir kıyıdan, bir köşeden iktidarın Kuyruğuna tutulmuştur.
...Ve bu akarı bırakmamak için iktidarın her yaptığı iyi veya kötü işe sormadan, sorgulamadan destek vermektedirler.
Hele hele iktidar mensupları artık bu akarın tadına o kadar çok vardılar ki;
Bütün dünyalıklarını yapmış olmalarına rağmen Gelecek akarlarında eksilme olmaması için ne yazık ki; Göz diktikleri tek şey vatandaşın hakları.
Vatandaşa verilecek en küçük bir pay gözlerinde devasa büyüyor. Para olmadığını söylüyorlar.
Ama her ne hikmetse Cumhurbaşkanından, bakanlarına, bakan yardımcılarına ve bütün bürokratlarına kadar asla şatafattan geri kalmıyorlar.
Bununla da sınırlı değil…
Yaptıkları bütün masraflar yine bizim cebimizden karşılanmasına rağmen bir vekilin maaşı 110 bin TL.
Ayrıca birde emekli vekilsen Turnayı gözünden vuruyorsun.
Maaş oluyor 230 milyon.
Ama bunların hepsine sorun.
Emekliye yapılan 2500 TL’lik çerez parası, çok yüksek bir meblağ..
Araç konvoylarının ardı arkası kesilmiyor, Yurtdışı gezilerde 5 – 10 uçakla gitmek büyük bir itibar.
Oysaki bütün Avrupa ülkelerinin gördükleri bu manzara karşısında bi tarafları ile güldükleri muhakkak…
Ne oldu..!
Hani bizim ülkemizi kıskanıyorlardı…
Hani bizim ülkemiz çağ atlamıştı.
Ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Sadece bizim, akıl tutulması yaşayan vatandaşlarımızı kandırabilmenin en güzel örneğini sergiliyorlar.
İnanın vatandaşların çektiği bu sıkıntılar karşısında hepsinin katıla katıla güldüklerinin bu millette elbette farkında.
Ne yazık ki, kurunun yanında yaşın da yandığı gibi akıl tutulması yaşayanların yanında maalesef bu yanlış işlerin karşısında haykıran insanlarda yanıyor.
Elbette bunlarda bu akıl tutulan insanlar da yanlışların farkına varacaklar.
Ama çoktan iş işten geçmiş olacak..
Hani hep söylenir ya..!
Ülke uçurumdan aşağıya gidiyor, kafa üstü çakılacak.
Artık bu da son buldu.
Zira, şu anda ülkemiz kafa üstü bataklığı saplanmış durumda.
Sadece kurtulmayı bekleyen vatandaşların debelenmesiyle nefes alabiliyorlar.
Son çaba önümüzdeki yapılacak olan ilk seçime kadar.
Şayet bu seçimde hile-hurda ile, Alavere-dalavere ile yeniden bu iktidar ile devam edecek olursak inanın ki Türkiye diye bir ülke kalmayacak. Belki piyon bir devlet olarak yaşamaya devam edecek.
Dedik ya..! Çürümüşlük, Kokuşmuşluk Had Safhada…
Tarım ülkesi Türkiye, şu anda bütün gıdasını dış ülkelerden alıyor.
Bakınız aldığınız bütün bakliyatlara Menşei Türk olanı çok zor görebilirsiniz.
Hayvan İthali yine dışarıdan…
Maden yatağı ülkemizde neredeyse bütün enerjiyi dışarıdan alıyoruz.
Sanayi Sektörü her gün Konkordako ilan ederek batışlarını açıklayan şirketler ile dolu.
Eğitim, başla başına bir fecaat.
…Ve heba olan bir gençlik…
Eğitim, apayrı bir konu tek başına irdelenecek ve tartışılacak bir konu.
İşçi – Emekçi sorunu bambaşka bir çürümüşlüğün içerisinde.
Tabibi bütün bunların yanında en acı olanı ülkemizin kaçak göçmenler ülkesi haline getirilmesi ve bununla gurur duyulmasıdır.
Ya Sağlık Sektörü…
Önü alınamaz bir çürümüşlükte asıl burada..!
Vatandaşlar tamamen ölüme terk edilmiş durumda.
Vatandaş doktora gidiyor, doktor tahlil istiyor.
Hele ki yaptırabilesin ve sonucunu görebilesin.
En yakın tarih 6 ay sonraya.
Bu arada vatandaşın şansı varsa yaşıyor.
Yoksa Allah Rahmet Eylesin.
Tabii birde kendini doktora gösterebilme sorunu var.
Sıra bulup ta doktora derdini anlatabilirsen..
Şansınız yaver gitti ve Randevu bulabildiniz.
O da sadece 3 – 5 dakika içerisinde.
Çünkü Doktorun bir hasta için daha fazla ayırabileceği bir zamanı yok.
Sağlık Sektöründe, sağlığına ayıracak paran yoksa Devlet hastanelerinde doktorların elindesin.
Burada da Her şey onların keyfince idare ediliyor.
Burada da çürümüşlük ve kokuşmuşluk karşınıza çıkıyor.
Artık tüm toplum olarak insanlıktan çıkmışız.
Kimsenin kimseyi düşündüğü yok.
Doktoru’da, Başhekimi de, sekreteri de kendi derdinde.
Alın Size taptaze bir örnek.
Hem de hemen dibimizde.
Körfez Devlet Hastanesi’nde…
İşini Gücünü bırakmışsın.
Ya da işyerinden izin almışsın.
Rahatsızlığınız var.
Ve doktordan randevu alıyorsunuz.
Veya hasbelkader başardınız ve tahlilde yaptırdığınız, tahlil sonucunu göstereceksiniz.
İşinizden geç kalmamak için sabahtan hastanenin yolunu tuttunuz.
Ve doktoru beklemeye başladınız.,
Bir yandan saatinize bakıyorsunuz, işe daha fazla geç kalmamak için, bir yandan da doktorun gelmesi için dua ediyorsunuz.
Ama doktor gelmiyor.
Gidiyorsunuz sekreterine söylüyorsunuz.
“Gelecek” diyor, “Bekleyin” diyor.
Devam ediyorsunuz ve sekretere; Saat 9’u geçti, işyerimden izin alarak geldim. Biran önce “doktorun gelmesini bekliyorum” diyorsun.
Sekreterin verdiği cevap.
Bizim Doktorun randevuları 9:30’dan önce başlar.
“Neden?” diye soruyorsunuz
“Yatan hastalarını kontrol ediyor” diye bir cevapla karşılaşıyorsunuz.
Soruyorsunuz;
Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS)’nde neden saat 9:00’a randevu veriliyor.
Cevap hazır. Senin Adın ne?
Sanırım doktora geldiği zaman şikâyette bulunacak.
Çözüme kavuşturamıyorsun.
Bir de Hastanenin Sağlık Kurulu’na danışayım diyorsun.
Sağlık kuruluna soruyorsunuz.
Doktorların mesaisine başlama saatinin 9:00 olup olmadığını soruyorsunuz.
Yanıt hemen hazır.
Sizin Doktorunuzun adı ne?
“Müjgan Tamer” diyorsun.
Cevap Net…
Müjgan Hanım Hastalarına bakmaya 9:30’da başlar.
Aynı cevapla burada da karşılaşıyorsunuz.
Sorgulamayı daha fazla uzatamıyorsunuz
Zira hemen sesli tartışmalar başlıyor.
Boynunuz bükük, doktorunuzun gelmesini bekliyorsunuz.
Tabii bizim doktor 9:30’da da gelmiyor.
Mesaisine 9:40’ta başlıyor…
Dedik ya Çürümüşlüğün Dik âlâsı burada.
Hiçbir vatandaşın söz hakkı yok.
Öyle sanıyorum ki Hastanenin Başhekimi de kendi derdine düşmüş.
Bütün bu lakaytsızlıktan belki de bi’haber.
Doktor hanım yatan hastasının kontrolünü daha erken bir saatte yapamıyor.
Veya başka bir işini mesai saati haricinde halledemiyor.
Sadece ve sadece vatandaşın hakkını gasptan başka bir şey değil.
Tabii bu durum yalnız bu doktorumuzla sınırlı değil.
Vatandaş sesi çıkmadığı için veya hakkını arayamadığı için birçok doktor sabah mesaisine maalesef bu kadar rötarlarla başlayabiliyor.
Denetim ve otokontrol olmadığı sürece durum bundan öteye geçmez.
Sadece Körfez ile de sınırlı değil…
Sopalı hastanesi de öyle, başka hastanelerde.
Hatta ve hatta bütün illerimizdeki Devlet hastanelerinde de yüzde 80 durum bundan ibaret.
Elbette, bütün Doktorları da zan altında bırakamayız. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Gerçek şu ki; hepimiz toplum olarak insanlığımızdan çıkmışız.
Hak aramak mı? Asla…
En kötü insan bir anda sen olursun.
Sonunda Maalesef toplumumuzda bu da yerleşmiş durumda.
“Bana dokunmayan bin yaşasın.”
Üzgünüm ama; bizim toplumumuz Avrupa’dan değil 50 yıl, yüzyıl geride yaşıyor.
Bizim toplumumuz daha insan olabilmenin bilincine bile erişememiş.
Kendi haklarını savunabilecek noktaya bile gelememiş.
Acaba Avrupa Devletlerinin herhangi birinde hiçbir makam mevki sahibi vazifesini vaktinde, dakikasında yapmamak gibi bir lükse sahip olabilir mi?..
Hiçbir umudun tükenmemesi dileğiyle SAĞLIKLA KALIN…
YAZARIN DİĞER YAZILARI