Tozlu bir naylon torba; evin salonundan ahırın damına geçiverdiğin, sol tarafındaki bir yerde, kerpiç duvarın kovuğuna sokulmuş bir çınkıda asılıdır hep. Çoktandır ellenmeyen, ağzı kendi kulpuyla bağlı… Sağ tarafta ise evin böğrüne sonradan ilave edilmiş tahtadan tuvalet...
Torbanın içindeki otuz altı numura uskar pabuçlar anamın. Anam işten, kayıttan bir boşluk bulup da ne zaman giyecek onları? Naylon torbanın tozu ondan.
Anam çekingen değildi de, fazla da girişken biri değildi. Çalgıyı, galgıyı pek sevmezdi. Ondan olacak; fazla oraya, buraya gitmezdi. Ayda yılda bir pazara gider, bir de öteki mahalleye; nenemgillere, o da üç dört aya bir ancak…
O zaman, nasıl eskiyecekti anamın uskarları?
İlkokuldan sonra bir ara ayakkabı boyacılığına heveslenmiştim. Babam kerpiç evimizin tavanları için hızlardan tahta biçtirip gelmiş, tahtaların enli olanlarından bir boya sandığı çakmıştım kendime. Boya sandığının içindeki iki kutu boya parasını nereden bulmuştum, bilmiyorum şimdi. Ya sümüklü böcek toplayıp satmışımdır ya da ablamın kumbarasını teşenlemişimdir. İkisinden biri...
Boya sandığı çakdığım tahtalardan arta kalan parçaları, evin merdiveninin altındaki odunların üstüne öylesine atıvermiştim. Babam görmüş; abim şer değildi, direk benden bilmiş.
Akşama kadar babamın gitmediği kahvelerde iki üç çift ayakkabı ancak boyamıştım. Çoçuğum diye bana güvenip fazla ayakkabı boyatan olmamıştı. Oradaki başka boyacılar tarafından azarlanıp kovuluyordum da.
Akşam eve geldiğimde anam:
”Baban dövecek! O tahtaları neden biçtin?” deyivermişti. Korkmuştum tabii.
Canına yandığımın! Şöyle otuz kırk kişi boyatıverseydi ayakkabılarını, ne iyi olurdu! "Alın size, şu kadar para kazandım bugün, ondan biçtim o tahtaları," demez miydim?
Olmadı, diyemedim. Koca bir yalan atmıştım: "Ben ellemedim o tahtaları," diye. Kim inanır?
Eve gelirken, anam boya sandığını sırtımda görmüş. Kimse görmeden, evin altına sakladım sanıyordum oysa…
“Sus, yalan söyleme! Sırtında sandıkla geldiğini görmedim mi sanıyorsun?"
Sadece yutkunmuş, kabullenmiştim suçumu.
Suç bastıracaktım…Aklıma, anamın çoktandır giymediği uskar pubuçlar gelmişti. Gittim, asılı olduğu yerden tozlu naylon torbayı alıp getirdim. Torbadan çıkardım ve güzelce boyayıvedim. Yumuşacık olmuştu.
“Bubam eve geldiğinde seninkileri göstereceğim. Bak ne kadar güzel oldular deyip, onun pabuçlarını da boyayıvereceğim.”
Babamın pabuçları çok kavlaktı. Kim bilir, pabuçları boyanınca dövmezdi belki de!Bendeki bir umuttu işte…
Ben, oralardan çok uzaklara giderken anamın pabuçlarının yaşı benden büyüktü. Eski modeldi ama gıcır gıcır, yepyeni gibiydi.
Gurbete gittikten iki sene sonra işimi yoluna, yordamına koymuştum. İzine gelecektim ilk defa.
Evdeki kardeşlerime, babama bir şeyler alıvermiştim. Anama da bir çift uskar pabuç…. Anam çok beğenmişti ancak ayağına olmamıştı. Oysa o da otuz altı numuraydı!
Sonraki yıllarda iki üç sefer daha izine geldim, gittim. Anamı iki üç sefer daha gördüm, hepsi o.
Başım ağrıyor diye, sapasağlam yürüyerek gittiği hastahanede uyumuş, kalmıştı; uskarların bir çiftini hiç giymeden, öteki çiftini ise ara sıra…
Bir ömre yeten iki çift uskarla geçen bir ömür…
Hakkı Yıldıran
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Hakkı YILDIRAN
iKİ ÇİFT USKARLA GEÇEN BİR ÖMÜR
Tozlu bir naylon torba; evin salonundan ahırın damına geçiverdiğin, sol tarafındaki bir yerde, kerpiç duvarın kovuğuna sokulmuş bir çınkıda asılıdır hep. Çoktandır ellenmeyen, ağzı kendi kulpuyla bağlı… Sağ tarafta ise evin böğrüne sonradan ilave edilmiş tahtadan tuvalet...
Torbanın içindeki otuz altı numura uskar pabuçlar anamın. Anam işten, kayıttan bir boşluk bulup da ne zaman giyecek onları? Naylon torbanın tozu ondan.
Anam çekingen değildi de, fazla da girişken biri değildi. Çalgıyı, galgıyı pek sevmezdi. Ondan olacak; fazla oraya, buraya gitmezdi. Ayda yılda bir pazara gider, bir de öteki mahalleye; nenemgillere, o da üç dört aya bir ancak…
O zaman, nasıl eskiyecekti anamın uskarları?
İlkokuldan sonra bir ara ayakkabı boyacılığına heveslenmiştim. Babam kerpiç evimizin tavanları için hızlardan tahta biçtirip gelmiş, tahtaların enli olanlarından bir boya sandığı çakmıştım kendime. Boya sandığının içindeki iki kutu boya parasını nereden bulmuştum, bilmiyorum şimdi. Ya sümüklü böcek toplayıp satmışımdır ya da ablamın kumbarasını teşenlemişimdir. İkisinden biri...
Boya sandığı çakdığım tahtalardan arta kalan parçaları, evin merdiveninin altındaki odunların üstüne öylesine atıvermiştim. Babam görmüş; abim şer değildi, direk benden bilmiş.
Akşama kadar babamın gitmediği kahvelerde iki üç çift ayakkabı ancak boyamıştım. Çoçuğum diye bana güvenip fazla ayakkabı boyatan olmamıştı. Oradaki başka boyacılar tarafından azarlanıp kovuluyordum da.
Akşam eve geldiğimde anam:
”Baban dövecek! O tahtaları neden biçtin?” deyivermişti. Korkmuştum tabii.
Canına yandığımın! Şöyle otuz kırk kişi boyatıverseydi ayakkabılarını, ne iyi olurdu! "Alın size, şu kadar para kazandım bugün, ondan biçtim o tahtaları," demez miydim?
Olmadı, diyemedim. Koca bir yalan atmıştım: "Ben ellemedim o tahtaları," diye. Kim inanır?
Eve gelirken, anam boya sandığını sırtımda görmüş. Kimse görmeden, evin altına sakladım sanıyordum oysa…
“Sus, yalan söyleme! Sırtında sandıkla geldiğini görmedim mi sanıyorsun?"
Sadece yutkunmuş, kabullenmiştim suçumu.
Suç bastıracaktım…Aklıma, anamın çoktandır giymediği uskar pubuçlar gelmişti. Gittim, asılı olduğu yerden tozlu naylon torbayı alıp getirdim. Torbadan çıkardım ve güzelce boyayıvedim. Yumuşacık olmuştu.
“Bubam eve geldiğinde seninkileri göstereceğim. Bak ne kadar güzel oldular deyip, onun pabuçlarını da boyayıvereceğim.”
Babamın pabuçları çok kavlaktı. Kim bilir, pabuçları boyanınca dövmezdi belki de!Bendeki bir umuttu işte…
Ben, oralardan çok uzaklara giderken anamın pabuçlarının yaşı benden büyüktü. Eski modeldi ama gıcır gıcır, yepyeni gibiydi.
Gurbete gittikten iki sene sonra işimi yoluna, yordamına koymuştum. İzine gelecektim ilk defa.
Evdeki kardeşlerime, babama bir şeyler alıvermiştim. Anama da bir çift uskar pabuç…. Anam çok beğenmişti ancak ayağına olmamıştı. Oysa o da otuz altı numuraydı!
Sonraki yıllarda iki üç sefer daha izine geldim, gittim. Anamı iki üç sefer daha gördüm, hepsi o.
Başım ağrıyor diye, sapasağlam yürüyerek gittiği hastahanede uyumuş, kalmıştı; uskarların bir çiftini hiç giymeden, öteki çiftini ise ara sıra…
Bir ömre yeten iki çift uskarla geçen bir ömür…
Hakkı Yıldıran
YAZARIN DİĞER YAZILARI